Tarih: 13.01.2023 07:25

ZİKZAKLARI İLE HEM HOLLANDALILARI HEM DE TÜRKLERİ 12 YILDIR ÇİLEDEN ÇIKARAN BAŞBAKAN MARK RUTTE DOSYASI

Facebook Twitter Linked-in

ZİKZAKLARI İLE HEM HOLLANDALILARI HEM DE TÜRKLERİ 12 YILDIR ÇİLEDEN ÇIKARAN BAŞBAKAN MARK RUTTE DOSYASI:     Afbeelding met persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
Yeşim Candan

Başbakanımızla yapılan bir röportajın başlığında, “Fas kökenli çocuklar, Baarnlı çocuklarla aynı imkânlara sahip değil” denilmiş. Bunu okuduğum zaman, içmekte olduğum kahve ile boğulacaktım. Bir zamanlar Türk-Hollandalı gençler için ‘Defol git’ diyen Mark Rutte ile şimdiki Rutte aynı mı acaba?
Bir RTL yayını sırasında, bu konudaki sorumdan, diplomatik bir dil ile kaçan Mark Rutte de aynı Rutte’miydi?

Türkiye’nin Aileden Sorumlu Bakanı’nın ülkemize sokulmak istenmediği sırada çok kızan ve ayaklanan Türk gençleri gibi, ülkenin diğer bölgelerindeki Türk gençleri de kargaşa içindeydi. Peki, Hollanda’da doğan bu gençler, neden Türk Bakan’ın yanında yer almışlardı? Veya daha doğrusu: Başbakan Erdoğan’ın yanında?

Demek ki, kölelik geçmişi için aniden özür dilenebilirmiş.

O sırada herkes bu konuyu benimle konuşmak istemişti. Bu soruyu Başbakanımıza bizzat iletmeye karar verdim. O TV özel yayınında Başbakana kelimenin tam anlamıyla sordum: “Neden kendini bu gençlerin Başbakanı olamaya zorlamıyorsun? O zaman bu gençler Türk diasporasını tercih etmezlerdi. Bu gençler, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı lider olarak görüyorlar.”
Rutte’nin cevabı, sadece “Bu iyi bir soru.” oldu. Daha sonra da, sorumla hiçbir ilgisi olmayan bir şeyler hakkında konuşmaya devam etti.

Rutte’nin, geçtiğimiz günlerdeki ‘Hollanda, kölelik ve sömürgecilik geçmişi’ için özür dilemesinden sonra çok şaşırdım. Daha önce bu konuda özür dilememekte direnen Rutte, şimdi binbir bahane ile özür dilemeyi tereddütsüz kabul etmişti.
Ve sonra yaptığı o röportajda, aynı okula giden bir Baarnlı çocuk ile Fas kökenli bir çocuğun, gelecekteki olasılıkları arasında gerçekten bir fark olduğunu kabul etti. Rutte bu konuşmasında, “Bu çocukların beyinleri de aynı derecede iyi gelişmiş ama uygulamada yine de bir fark var” dedi.

‘Defol git’ten,‘Sonra görüşürüz’e:
Bu tezatın ardında ne var?

Evet Sayın Başbakan, bu çok doğru bir saptamadır. Beşiğinizin nerede olduğu genellikle geleceğinizi belirler. Tabii ki her zaman böyle değil. Çünkü benim beşiğim bir gettodaydı ve çok çalışarak şu an bulunduğum yere geldim. Ama elbette bu, yoksun bir mahallede doğan her çocuk için geçerli bir norm değil.

VVD Partisi daha önce, okula kahvaltı yapmadan giden çocukların, devletin değil, velilerinin sorumluluğunda olduğunu söylemişti. Bu nedenle Başbakanımızın 180 derecelik dönüşü çok özeldir. Bu kadar uzun süre hüküm sürdükten sonra, bu köken farkını bu şekilde adlandırışını epeyce anlamlı buluyorum. Zengin ve fakir arasındaki uçurum, on iki yıllık Rutte hükümetlerinden sonra, bu kadar farklı olmamıştı. Bu durum, özellikle çocuklar ve gençler arasında daha barizdir.
Çocuk bakımı yardımı ödenekleri konusunda patlayan, vergi idaresindeki soyad ayrımcılığı skandalı da bu konudaki duyarsızlığı ortaya çıkarmıştı. Vergi İdaresi’ndeki ırkçı yetkililere ve onların yöneticilerine, kayıtsız kalmasaydı Rutte itibar kazanırdı.

Kısacası: Başbakanımızın bu ani U dönüşü neden acaba?
‘Defol git’ten,’Sonra görüşürüz’e: Bunun arkasında ne var?
Yoksa bu bükülme, menfaat meselesi için bir makyaj mı?
Her neyse: Artık en azından herkes için fırsat eşitliği yaratmak, ırkçılığı ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak isteyen bir Başbakanımız var.
Kimin aklına gelirdi?

(Yazıların Hollandacaları en altta)

Media TV - Demonstratie bij Turks consulaat Schiedamse Vest Rotterdam (video)

                 ROTTERDAM OLAYLARI

Hatırlayacaksınız, Türkiye’de yapılacak olan referandum propagandası için Hollanda’ya gelip toplantı yapmak isteyen Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu’na, bu toplantı için izin verilmemişti. Hollanda’ya gelmek üzere havalanan uçağa da iniş izni verilmemişti. Dışişleri Bakanı gelmedi ama, o sırada Almanya’da bulunan Aileden Sorumlu Bakan Fatma Betül Sayan Kaya, dolaylı yollarla Hollanda’ya girmiş ve Rotterdam’daki Başkonsolosluğumuzun önüne kadar gelmişti. Hollanda güvenlik güçleri de, takip ettikleri Bakanımızın otomobilini çember altına almış ve konsolosluğa girişine de mani olmuştu.

Haberin TV’lerde canlı yayınlanmasından sonra durumu öğrenen yurttaşlarımız, Başkonsolosluğun önünde toplanarak durumu protesto etmek istemişti. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Atlı ve köpekli polisler, yurttaşlarımızı dağıtmak için şiddete başvurmuştu.
Bu konu o kadar alevlenmişti ki, Başbakan Rutte’den sonra Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Ebutalep de, rencide edici beyanatlar vermişlerdi. Hatta Ebutaleb’in, Türk delegasyonunun direnmesi halinde polise ‘vur’ emri vereceği bile dile gelmişti.

Afbeelding met tekst, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Olaylar sırasında, bir yurttaşımız Hollandalı bir gazetecinin sorusuna kızdıktan sonra ‘Defol git’ demişti. Başbakan Rutte de daha sonra verdiği demeçlerde ‘Siz defolun gidin’ anlamında bir şeyler söylemişti.

Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving

Rutte’nin, alışılmışın dışında, gazetelere tam sayfa ilanlar vermesi ve konuya açıklık getirmek istemesi de yadırganmıştı. Bir gün sonra da Telegraaf gazetesi, ‘Bu ülkenin patronu biziz’ başlıklı bir manşet atmıştı.

Afbeelding met tekst, water, boot, buiten Automatisch gegenereerde beschrijving

Bunlar yetmezmiş gibi, Başbakan Rutte’nin Türkler için ‘Pleur op!’ (Defol git) demesi, ülkede büyük bir sevinç yaşatmıştı. Öyle ki, dünyaca ünlü bir Hollanda yatına ‘Pelur op!’ yazılmıştı. Medya da bunu, ‘Bütün salak Türkler biraraya’ olarak değerlendirmişti.

İşte o sıralarda ben Başbakan Rutte’ye bir mektup yazmaya karar verdim.
İşte o mektup ve daha sonra yaşananlardan bazı haberler:

 

Almere, 27 Mart 2017

Sayın Başbakanım,

Dikkat ettiyseniz size ‘Sayın Başbakan’ değil, ‘Sayın Başbakanım’ olarak hitap ettim. Zira, Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak sizi kendi Başbakanım olarak kabul ediyor ve saygı duyuyorum.
Daha önceleri de çeşitli sorunlar için Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştım.

Sayın Başbakanım, son günlerdeki acı ve üzücü olaylara değinmeden önce, Türk kökenlilerin Hollanda’ya uyum sağlamadıkları iddiasına karşı, Hollanda’da bu konuda nelerin yanlış yapıldığına değinmek istiyorum. Ama bunun için örnekler vermek mecburiyetindeyim.

Ben şahsen, Türkiye’de yabancı kökenli bir ‘Allochtoon’ olarak dünyaya gelmiştim. Çocukluk yıllarımda Arapça konuşmamız yasaktı. Konuşanlar karakola götürülüyordu. Müslümanlığın Alevi mezhebine sahip olduğumuz için, dini vecibelerimizi de gizli bir şekilde yerine getirebiliyorduk. Daha sonraları yaşanan rejim değişikliklerinden sonra Arapçayı da konuşabildik, Alevi olarak dini vecibelerimizi de yerine getirebildik.
Yasaklar devam etseydi, belki de kendimi hiçbir zaman Türk addetmeyecektim ve kendimi Suriyeli Arap kabul edecektim. Ama ben kendimi hep Türk olarak hissettim.

Aradan yıllar geçtikten sonra bu kez ben Hollanda’ya göç ettim. Sonra Hollanda tabiyetine geçtim. Gazetecilik yaparken Hollanda milli takımı ve Ajax ile dünyanın çeşitli yerlerine gittim.
Seviyordum o zaman Hollanda futbolunu. 1978 yılında Arjantin’deki finalde kaybedince hüngür hüngür ağlamıştım.
Daha sonra laleleri, yeldeğirmenlerini ve sarışınlarını sevmeye başladımHollanda’nın.
Bu sarışınlardan biri ile evlendim de…

Bu evlilikten iki çocuğum oldu. İki de torunum var. Çocuklarım burada doğmuş olmalarına rağmen, benim yabancı kökenli olmam nedeniyle ‘Allochtoon’ olarak kayıtlara geçtiler. Başlangıçta ayrımcılıktan şikayet etmedi çocuklarım. Ben nasıl ki çocuk iken bir allochtoon olarak Türkiye’yi sevdim ve kendimi bir Türk olarak kabul ettiysem, çocuklarım da Hollanda’yı sevecek ve kendilerini Hollandalı olarak kabul edeceklerdi. Ama maalesef öyle olmadı. İki dilli ve iki kültürlü bir zenginliğe rağmen, çocuklarım da her zaman ayrımcılığı hissettiler.
Çocuklarım, gazeteci olmam hasebiyle, yaşanan haksızlıklardan hep haberdar oldular ve bu duygular içinde yaşadılar.

Şahsen ben de ayrımcılığa kurban gittim.
İki ülke arasında büyük bir sürtüşme ve boykota varan olaylar yaşandığı için. bu konuyu da anlatmakta yarar görüyorum.
Hatırlarsanız, Alanya’da birkaç kendini bilmez Türk, 1995 yılında Hollandalı kızlara tecavüz etmiş ve kızlardan Marijke van Dijk’i öldürmüşlerdi. Bu caniler ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı. Daha sonra çıkan bir af yasasından yararlandıkları sanılan katiller yanlışlıkla serbest bırakılmışlardı. İşte o zaman Hollanda’da kıyamet kopmuştu. Hollanda ile Türkiye ilişkileri, bugünkü olaylar gibi zedelenmişti. Daha sonra hata düzeltildi ve katiller yeniden hapisaneye konulmuştu. O sırada Prens Willem Alexander ve Prenses Maxima Türkiye’ye gideceklerdi. Ama medyanın yaygarası nedeniyle bu gezi iptal edilmişti. İş o raddeye varmıştı ki, iki ülke biribirlerine karşı boykot tehditleri savurmuşlardı.

İşte o sırada ben ortalığı yumuşatmak için, yönetmekte olduğum DÜNYA gazetesinde Türkçe ve Hollandaca bir yorum yayınlamıştım. Bu yorumumda iki ülke yöneticilerini sakin olmaya davet etmiş, iki ülke halkına da tavsiyelerde bulunmuştum.
Satır aralarında Hollandalı ebeveynlere ve kızlara şu tavsiyede bulunmuştum:
” Türkiye bir İskandinav ülkesi değil, bir ortadoğu ülkesidir. Bu nedenle Türkiye’de giyiminize ve davranışlarınıza dikkat edin.” diye yazmıştım.

Ne var ki GPD Ajansı, benim bu tavsiyemden bir başka anlam çıkarmış ve 28 abonesine, benim, ‘Alanya’daki tecavüz ve cinayet kendi kabahatlarıydı’ diye yazdığımı iddia etmiş ve ‘Verkrachting Alanya was eigen schuld’ başlığı ile haber yapmıştı.

İşte o zaman kıyamet koptu ve tüm Hollanda medyası bana karşı acımasız yayın yapmaya başladı. Tabii ki olaya karışan kızlar ve aileleri de çok üzüldüler ve benim aleyhime tazminat davası açtılar.

Ben, haber-yorumumda böyle bir ifade kullanmadığımı belirtmeme ve ailelerden özür dilememe rağmen yargılandım. Ne gariptir ki, Utrechts Nieuwsblad gazetesi daha sonraki bir başyazısında, yanlış yaptıklarını ve benim böyle bir ifade kullanmadığımı yazdı ama bu da fayda etmedi.

Avukatlarımın ‘Fikir özgürlüğü’ savunması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden örnek duruşmalar göstermesi ve Utrechts Nieuwsblad’ın günah çıkarır gibi düzeltme yorumu bile yargıçları tatmin etmedi. Bu nedenle toplamda 18 bin euro cezaya çarptırıldım ve bu cezayı da ailelere ve devlete ödedim.

Yukarıda anlattığım olay, Hollanda adliyesinin bana karşı açıkça uyguladığı bir ayrımcılıktır. Çok uğraşmıştım. Amsterdam’daki duruşmaya bizzat katılmıştım. Hakimin önünde ailelere hitap ederek, böyle bir benzetme yapmadığımı söyledim ve açıkça özür diledim. Ama yargıçlar, medyanın etkisinde kalmıştı bir kere…

Şimdi gelelim bu günlere.
Bugünlerde de Türkiye ile Hollanda arasında büyük bir gerilim yaşanıyor.
Burada tekrarlamaya gerek görmedüğim malum olaylar, iki ülke arasında savaş niteliği kazanacak kadar ciddi bir şekilde gelişiyor. Öyle ya, Rotterdan Belediye Başkanı Aboutaleb’in, ‘Polis timine, yanlış bir harekette vur emri vermiştim’ şeklindeki açıklaması, Türk Dışişleri Bakanı tarafından ‘ Bu bir savaş nedeni olurdu’ tepkisine yol açtı.

Sayın Başbakanım, ben gerek ajansım ile gönderdiğim haber-yorumlarda ve gerekse sosyal medyadaki yazılarımda hep uzlaştırıcı olmaya çalıştım.
Bu olaylar için ne kadar çok kızmış Hollandalı varsa, lehte ve aleyhte o kadar çok kızmış Türk de var.

Ben burada, Türkiye’nin yanlışlarını sıralamayacağım. Türkiye’deki rejimin iyiliği veya kötülüğü bir tarafa. Mademki Hollanda demokrat, özgürlükçü ve insan haklarından yana bir ülkedir, o zaman 11 Mart cumartesi akşamı Rotterdam’da yaşanan olayların yorumunu nasıl yapmamız lazım?
Demokrasilerde, özgürlükçülükte ve insan hakları savunuculuğunda kısasa kısas olur mu?
Yani, ‘Türkiye şunu yaptı, biz de bunu yaparız’ demek olur mu?
O zaman nerede kaldı demokrasi, özgürlükçülük ve insan hakları savunuculuğu?

O akşam televizyonlardan canlı olarak izlediğimiz olaylar sırasında, Hollandalılar’ın gururla baktıkları polis kuşatması, Türkler’in içini karartıyordu.
Ekranlarda hem de Bakan olan bir hanımefediye yapılan muamaleyi izleyen milyonlarca Türk, adeta kan kusuyorlardı. Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak ben de öfkelenmiştim. Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız’a, Bakan’ın yanına girme izni bile verilmiyordu. Bakan’a ve yanındaki heyete bir bardak su bile verilemedi.

Daha sonra iki Türk diplomat tutuklanarak karakola götürüldü. Diplomatik pasaportlarını gösterdikleri halde tam iki saat hem de ayrı ayrı hücrelerde tutuldular.

Peki, bu olayların bu raddeye gelişinin nedeni Türkler miydi?
Ben şahsen, sizin Türkiye Başbakanı Yıldırım ile, Koenders’ın da Dışileri Bakanı Çavuşoğlu ile yaptığınız telefon konuşmalarının içeriğini biliyor gibiyim.
Fransa’nın aynı saatlerde Çavuşoğlu’nun uçağına iniş verdiği haberleri arasında, sizin hala yasakçı olma tavrınızın nedeni, iddia edildiği gibi, sırf Wilders’e karşı, daha sert yabancı ayrımcılığı yapmak mıydı?
Hoş, genel kanaat böyleydi ve bu nedenle de sizin seçimde Wilders’i alt ettiğiniz kanaati hakim ama, bundan sonra olayın telafisine nasıl gideceksiniz?

Sayın Başbakanım, sayıları 315 bini bulan Türk kökenli Hollanda vatandaşı olarak, biz bu ülkeyi, lalesi, yel değirmeni, sarışını, eşcinseli ile sevmek istiyoruz.
Bir zamanlar ben çok sevmiştim bu ülkeyi.
Sonra sevmez oldum.
Haliyle çocuklarım da uzaklaştı bu sevgiden.

Şimdi bir iddiaya karşı yanıt vereyim. Hollandalılar faşist ve ırkçı değillerdir.
Hollandalı’nın faşist ve ırkçı olmadığının delil ve örnekleri elimizde vardır.
Bir zamanlar Glimmerveen diye ırkçı bir politakcı türemişti. Ama Hollanda halkı bu ırkçıya prim vermedi ve seçimlerde tek sandalye bile kazanamadı. Daha sonra Janmaat diye bir başka ırkçı çıktı piyasaya.
Bu ırkçı da Hollanda halkından destek alamadı. Sadece bir sandalye kazandı ve kendisi meclise girdi. Ama meclisteki hiçbir parlamenter bu adamın elini bile sıkmadı. Zira o zamanlar politikacılar Hollanda halkının bu konudaki duygularını ve tutumunu çok iyi biliyorlardı.
Sonra sevimli bir ırkçı çıktı ortaya. Pim Fortuyn idi bu sevimli ırkçı.
New York’taki 11 Eylül sendromundan sonra patlayan islamafobiden de yararlanan Fortuyn büyük bir popülarite kazanmıştı. Ama ne var ki öldürüldü Fortuyn. Katili bulunmasaydı, suç Müslümanlar’a atılacaktı. Ama ne mutlu ki katili yakalandı ve Müslümanlar bu töhmetten kurtuldu. Katil bir Müslüman değil, sapsarı bir Hollandalıydı.

Daha sonra Bayan Verdonk Azınlıklardan Sorumlu bir Bakan olarak çıktı karşımıza. Söylemleri ve uygulamaları ile tam bir yabancı karşıtı olan Verdonk’a ben, bir Türk şarkısından esinlenerek ‘Vicdansız Sabuha‘ lakabını takmıştım. Sonraları da Wilders denen adam çıktı arenaya…
Sonu da malum.
İşte, Hollanda halkı bu çirkin politikacıların tesiri altında kaldılar. Aramızdaki çürük elmalar da Hollanda halkı içindeki bakış açılarının değişmesinde rol aldılar.

Eskiden bize, ne Türkiye devleti sahip çıkıyordu ne de Hollanda.
Şimdi görüyorum ki, bizi paylaşamıyorsunuz.
O zaman, bize bir şans verin sayın Başbakanım.
Öyle şeyler yapın ki, biz bu ülkeyi yeniden sevelim.
Gerekirse bu ülke için can da verelim.

Şu bir gerçektir ki, Hollandalılar olaylara daha serin kanlı bakarlar. Yani serinkanlı nuchterler.
Doğulular ise duygusaldırlar. Hollanda’yı yöneten bir Başbakan olarak siz burada serinkanlılığınızı gösterin ve daha duygusal olan Türkiye’ye karşı daha kucaklayıcı olun.

Bakın, buraya gelmiş ve burada doğmuş olan yarım milyona yakın Türk kökenli, çoğunlukla bu ülkeye entegre olmuş vatandaşlardır. 25 bin Türk kökenli işyeri açmıştır bu vatandaşlarınız. Bunlar 100 bine yakın insan çalıştırmaktadır. Türk kökenli çocuklar eğitim görmüşlerdir. Binlerce gencimiz çok önemli pozisyonlarda görev yapmaktadır. Türk kökenliler siyasete de ilgi duymuşlardır. Milletvekili olan, İl Genel Meclisi Üyesi olan ve Belediye Meclis Üyesi olan binlerce Türk kökenli vardır.
Bazı çatlak sesler, Türk kökenlileri aşağılamak için bu gelişmelerin aksini iddia etmektedirler.
Tabii ki her toplum içinde çürük elmalar olacaktır.
Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde binlerce Hollandalı yaşamaktadır. Oradaki Hollandalılar arasında da çürük elmalar yok mudur?

Göçmenler, dünyanın her tarafında aynı kaderi paylaşırlar sayın Başbakanım.
Kanada’daki, Avusturalya’daki, Yeni Zelanda’daki Hollanda’dan göç etmişlere bakınız. Orada da aynı sorunları görürsünüz. Buralarda kiliseler boş iken ve hatta bazıları camiye dönüştürülürken, oralarda kiliseler dolmaktadır. Tıpkı burada camilerin dolduğu gibi…
Bunlar, göçmenlerin kendilerini sahipsiz hissetmelerinden kaynaklanmaktadır.

Türk kökenlilerin Hollanda’daki toplumsal konumları da tartışılıyor. Türk kökenliler aslında toplumdaki gelişmelere duyarlı davranmaktadırlar. Bunun son örneğini 15 Mart seçimlerinde gördük. Türk kökenliler siyasi katılım mücadelesinde farklı bir misyon ortaya koydular. Türk kökenliler seçimlerde katılımı azami seviyeye çıkararak, güçlerinin farkına varılmasını istediler ve bunu sağladılar. Seçim andıklarına giderek Hollanda’nın asli unsuru olduklarını ortaya koydular. Türk kökenliler, kullandıkları oylar ile, bu ülkenin yönetimi ile ilgili kaygılarının olduğunu ortaya koydular. Eşit vatandaşlar olarak, seçme ve seçilme hakkını vatandaşlık şuuruyla yerine getirdiklerini gösterdiler. Türk kökenli Hollandalılar, Türkiye’ye duydukları aidiyetin, Hollanda’ya duydukları aidiyete halel getirmeyeceğini, tam aksine bunun bir zenginlik olduğunu tavırlarıyla gösterdiler.

Sayın Başbakanım, madem ki bizler, gelişmemiş ve henüz demokratikleşmemiş bir ülkeden göç etmişiz, siz de gelişmiş , medenileşmiş ve demokratikleşmiş bir ülkesiniz, o halde gelişmelere de bu minvalde toleranslı davranılması gerektiğini anlamalısınız.
Burada yaşamakta olan yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenlinin daha fazla üzülmesine izin vermeyiniz.
Buradaki Türk kökenliler, Hollanda’nın lalesini, yeldeğirmenini, futbolunu ve sarışınlarını yine sevmek istiyorlar. Bu aşkın yeniden doğmasına ön ayak olunuz.

Bu mektubum ile birlikte size, 2012 yılında kutladığımız Hollanda-Türkiye ile 400 yıllık ilişkilere ait kitabımı da gönderiyorm.
Bu kitapta da göreceksiniz ki, iki ülke arasındaki dostluk çok eskiye dayanıyor. Bu bir dostluktan ziyade kader birliğine de benziyor. Zira Türkiye, Hollanda’nın kuruluşunda ve sonrasında büyük yararlar sağlamıştır. Hollanda’nın düşman olması gereken en son ülke Türkiye olmalıdır.

Hollanda’nın Türkiye’ye minnet borcu da vardır. Bu borcu Prens Maurits o zamanlar Zeeland’ta bir yere ‘Türkije’ adını vererek ödemeye çalışmıştır. 80 Yıllık İspanya savaşını kazanmanızda Osmanlı’nın rolü olmuştur. Kurulan Hollanda devletini Venedikliler, Almanlar ve Fransızlar istemediğ halde ilk tanıyan Osmanlı olmuştur.
İlk Büyükelçiniz Haga, Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilip kapütülasyon hakkını aşdığı zaman Hollandalılar çok mutlu olmuşlardı.
İşte biz böylesi bir kader birliğine sahibiz.

Şimdi sıra o kader birliğini yeniden inşa etyemeye geldi.
Bunu da en iyi yapacak olanların başında siz geliyorsunuz.
Sizden bekleneni yapınız sayın Başbakanım.
Bu ara beim yapmamı istediğiniz bir şey olursa, başımın üzerine…

Mektubuma son vereceğim sırada Rotterdam’dan bir haber geldi: Bir Türk, dükkanını Erdoğan posterleri ile süslemiş. Uyarı üzerine polis gelmiş ve bu posterleri toparlatmış. Gerekçe olarak da, kışkırtıcılığı önlemek gösterilmiş.
Bu durumda bu tip gelişmeler devam edecek gibi.

Peki şimdi ne yapacağız sayın Başbakanım?
Bu ülkede Erdoğan’ı sevenler olduğu sürece, siz nasıl demokrat ve özgürlükçü olarak hareket edeceksiniz? Türkler’in bazıları soruyorlar: Erdoğan diktatördü de, neden O’nunla anlaşmalar yapıyorsunuz? Erdoğan’ı Avrupa olarak neden tamamen dışlamıyorsunuz da, konu seçim olduğu zaman O’nu dışlıyorsunuz?
Burada yaşayan yarım milyona yakın Türk kökenlinin büyük çoğunluğu, bu gibi siyasi çekişmeler içerisinde kurban mı olacaklar?

Lütfen sayın Başbakanım, siz Hollanda gibi önemli bir ülkeyi yönetecek beceriye sahipsiniz. Türkiye ile bozulmuş olan ilişkiyi çözebilecek yeteneğe sahip olduğunuza inanıyorum.
Paylaşamadığınız buradaki Türk kökenlilerin hatırına, barış inisiyatifini siz alınız.

Yarım milyonu aşkın Türk ve Türk kökenli sizden bunu bekliyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —