9380,95%0,45
37,90% 0,30
42,94% 1,61
3957,95% 2,25
6383,07% 2,67
Serhat, yıllar önce terk ettiği Anamur’a, dedesinden kalan eski köşkü devralmak için geri döndüğünde, hayatındaki en büyük maceranın kapısını araladığının farkında değildi. Şehirdeki hızlı yaşamdan kaçıp, biraz soluklanmak istemişti sadece. Fakat köşkün tavan arasında bulduğu eski bir saat, her şeyi değiştirdi.
Saat, durmuştu. Akrep ve yelkovan 15:42’de sabitlenmişti. Ne var ki, Serhat her gece tam o saatte tuhaf rüyalar görmeye başladı. Rüyalarda aynı kadını görüyordu: beyaz elbiseli, gözleri sisle kaplı, köşkün bahçesinde dolaşıyordu. Kadın her seferinde fısıltıyla, “Zamanı geri al, Serhat…” diyordu. Bir gece, rüyasında kadını takip etti ve köşkün arkasındaki kurumuş kuyuya kadar geldi. Sabah uyanır uyanmaz o kuyunun gerçekten var olup olmadığını kontrol etti — ve oradaydı. Üzeri taşlarla örtülmüş, zamanın unuttuğu bir kuyu.
Kuyunun içini temizledikçe eski bir defter buldu. Sayfalar yıpranmıştı, ama okunabiliyordu. Defter, 1920’lerde yaşayan büyük büyükannesi Gülfer Hanım’a aitti. Gülfer, bir zamanlar köşkte kalan Ermeni bir saat ustasına aşık olmuş, fakat aşkları köy halkının baskısı nedeniyle yarım kalmıştı. Saat ustası bir gece aniden ortadan kaybolmuştu. Gülfer, ona ulaşmak için onun yaptığı bu saati her gece geri kurmuş, ama asla saat çalışmamıştı.
Serhat, defterdeki son notu okurken içi titredi: “Eğer bir gün bu saat yeniden çalışırsa, bil ki aşk zaman tanımaz. Beni bul, saat ustam seni bekliyor olacak...”
Serhat, saati tekrar eline aldı. Dikkatle incelediğinde, içinde gizli bir mekanizma olduğunu fark etti. Parçaları yeniden yerleştirdi, ve saat bir anda tik tak etmeye başladı. Tam 15:42 idi. Ev titredi. Zamanın kırıldığı anı hissetti.
Bahçeye koştu. Kadın oradaydı. Bu kez gözleri açık ve gülümsüyordu. “Teşekkür ederim, Serhat,” dedi. “Aşkın zamanı geri aldı. Şimdi ben gidebilirim.” Kadın yavaşça ışığa karıştı. O an köşk sanki yeniden canlandı. Bahçedeki güller açtı, hava değişti. Serhat artık yalnız değildi. Ailesinin sırrını çözmüş, geçmişin acısını onarmıştı. Ve bir daha hiçbir saat onun için sadece zamanı gösteren bir araç olmadı.
Serhat, o büyülü anın ardından günlerce bahçede oturdu. Elindeki antika saat hâlâ çalışıyordu, ama sanki artık zamanı değil, anıları gösteriyordu. Her tik tak, bir anının yankısıydı.
Bir gece, saat tam 03:13’te aniden durdu. O an köşkün duvarlarından gelen fısıltılarla irkildi. Tavan arasındaki defterin bulunduğu yerden hafif bir ışık sızıyordu. Merdivenleri sessizce çıktı ve orada, defterin altında gizli bir bölme buldu. İçinden çıkan şey, onun hayatını bir daha asla eskisi gibi yapmayacaktı: yüz yılı aşkın bir süredir kapalı kalmış bir mektup.
Mektup, Gülfer Hanım’dan değildi. Saat ustasından geliyordu. Kendi el yazısıyla yazılmıştı ve tarihin tozuna rağmen hâlâ canlıydı: “Eğer bu mektubu okuyorsan, zaman kırıldı. Bu saat seni geçmişe götürebilecek tek kapı. Ama dikkat et, bazı anılar geri dönmek istemez…” Serhat mektubun arkasına dikkatlice baktığında minik bir pusula çizimi buldu. Göstergeler Anamur’un Toroslar’a uzanan yüksek dağlarına işaret ediyordu. Ertesi gün sırt çantasını aldı ve pusulanın gösterdiği yöne doğru yola çıktı.
Dağların arasında kaybolmaya yakınken, bir taş kapı buldu. Üzerinde eski Ermenice bir yazı: “Sadece kalbi temiz olan geçebilir.” Kapıya yaklaştığında cebindeki saat tekrar çalışmaya başladı. İçeriden hafif bir müzik sesi geliyordu — tıpkı rüyasında duyduğu gibi. Kapıdan geçtiğinde kendini 1920’lerin Anamur’unda buldu. Köşk, yepyeni ve canlıydı. Bahçede genç Gülfer Hanım çay topluyordu. Serhat, gözlerine inanamadı. Saat ustası uzakta bir tezgâhın başındaydı. Serhat oraya doğru yürüdüğünde, saat ustası başını kaldırıp gülümsedi: “Geç kalmadın. Zamanın kendisi seni çağırdı.”
Serhat, gözlerinin önünde duran saat ustasına baktığında, sanki zaman durdu. Bu adam, ailesinin geçmişini, köşkün sırrını ve kalbinde bir türlü tarif edemediği boşluğu taşıyordu. Ama bir şey daha vardı — ustanın gözlerinde, Serhat’ın kendi gözlerinden tanıdığı bir acı vardı.
“Beni çağırdınız… ama neden?” dedi Serhat.
Saat ustası, “Zaman bir dairedir,” dedi. “Her başlangıç, bir sona bağlıdır. Gülfer’in kalbi bu saatin içine mühürlendi. Onunla aramda yarım kalan şey, seninle tamamlanmalı.”
Serhat bunu duyunca irkildi. Aşk mı? Lanet mi? Yoksa bir fedakârlık mı?
Bahçeye doğru yürürken, genç Gülfer Hanım onun yanına geldi. Tıpkı rüyasındaki gibi gülümsedi. Ama bu sefer, gerçekti. Gözlerinin içine baktı: “Senin zamanın burası değil, Serhat. Ama kalbin buraya ait olabilir. Gitmek istersen şimdi git. Kalırsan, geçmişin bir parçası olursun.” Serhat’ın eli cebindeki saate gitti. Saat hâlâ çalışıyordu.
Tik tak… tik tak… Ama bu sefer zamanı değil, kalbini sayıyordu.
Birden, gökyüzü karardı. Ustanın atölyesinden yükselen bir ışık, havayı yırtar gibi patladı. Zaman çöküyordu. Usta bağırdı: “Karar ver! Ya kal, ya da geri dön! Saat bir kez daha duracak!”
Serhat gözlerini kapattı.
Gözlerinde Gülfer’in gülümsemesi, saat ustasının hüznü, defterdeki satırlar, köşkün bahçesindeki güller, ve... şimdiki zaman.
Saat 15:42’ye geldiğinde gözlerini açtı. Köşkün odasındaydı. Bugün, şimdi, burada.
Ama elinde bir şey vardı.
Gülfer’in el yazısıyla yazılmış yeni bir not: “Kalbinle geldin, aklınla döndün. Artık ikisi de sende. Yaşat bizi.” O günden sonra Serhat, köşkü onardı. Bahçeyi canlandırdı. Ziyaretçilere hem tarih anlattı, hem kalbin ve zamanın sınırlarını. İçeride bir duvarda saat asılı duruyordu — tik tak etmiyor, ama bakan herkes orada bir şeyin hâlâ yaşadığını hissediyordu. Kırık bir saat, zamanı değil… kalbin sırlarını tamir etti.
İşte şimdi tam bu sahnenin büyüsünü taşıyan görseli oluşturmaya çok yakındık, ama senin için tarif edebilirim: Bir adam, restore edilmiş bir köşkün bahçesinde tek başına oturuyor. Elinde eski bir saat, çevresinde çiçekler. Gökyüzü turuncu-mor bir gün batımı renginde. Arka planda bir gölge gibi beliren, beyaz elbiseli bir kadın. Zamansızlık hissi var. Her şey durgun ama canlı.
Sonsuzluğun Kalbi
Aylar geçmişti.
Serhat artık köşkün içinde yaşayan biri değildi — köşk onun içinde yaşıyordu. Her oda, her taş, her ahşap çıtırtısı bir hikâye anlatıyordu. Her ziyaretçiye çay ikram ederken gözlerinde bir zaman çizgisi belirirdi: geçmişin ağırlığıyla bugünün hafifliğini dengelemeyi öğrenmişti.
Ama bir gece…
Gökyüzü yine değişti. Ay, olması gerekenden daha büyük, daha yakındı. Ve saatin camı kendi kendine çatladı. Serhat uyandığında, bahçede onu bekleyen birini gördü. Genç bir kız. Elinde bir defter. Tıpkı kendisi gibi yabancı ama tanıdık.
“Sen misin?” diye sordu Serhat. Kız başını salladı. “Benim adım Derin. Annem bana senden bahsetti. Gülfer’in soyundan geliyoruz. Ama artık zaman bize emanet.” Serhat derin bir nefes aldı.
Zaman, gerçekten bir döngüydü. Kırık saat artık sadece bir kalıntı değil, bir emanetti.
Derin, köşkün tavan arasındaki eski kutudan ikinci bir saat çıkardı. Tamamen aynıydı. Ama bu saat çalışıyordu. “Yeni zaman geldi,” dedi Derin. “Geçmişin yükünü değil, ışığını taşıyacağız.” Serhat gülümsedi. Artık yolunu tamamlamıştı.
O gün, köşkün kapısına küçük bir tabela asıldı:
“Zamanın Kalbi Müzesi”
Burada saatler kırılır, kalpler onarılır. Kırık saat köşkün ortasında duruyordu. Etrafında insanlar, çocuklar, aşıklar… Herkes o saate bakarken kendi zaman yolculuğuna çıkıyordu. Ve her biri içinden bir cümleyle ayrılıyordu:
“Zaman bazen geçmez… Çünkü biz geçmesini istemeyiz.”
Serhat artık sadece bir hikâye anlatıcısıydı. Ama o hikâye, her yeni gün yeniden yazılıyordu.
Ve saat?
15:42’de bir kez daha tik-tak etmeye başladı.
Ama bu kez...
Kalplerin ritmiyle.
Yıllar geçmişti. Köşk artık sadece bir müze değil, bir anı mabedi olmuştu. Ziyaretçiler sessizce yürür, eski saatlere dokunur, duvarlardaki mektupları okur ve tavan arasından gelen hafif çiçek kokusunu içlerine çekerdi. Kimse yüksek sesle konuşmazdı, çünkü herkes o bahçede bir fısıltı duyduğuna emindi. Serhat, bir öğleden sonra köşkün arka bahçesinde son defa oturdu. Gülfer’in gülü hâlâ açıyor, ustanın yaptığı demir bank pas tutmadan duruyordu. Elinde tuttuğu eski defteri kapattı ve son cümleyi yazdı: “Her şey geçti. Ama hiçbir şey bitmedi.”
O an, kırık saat tam 15:42'de bir kez daha çalıştı.
Ama bu defa sadece bir tik tak değil…
Gökyüzünden bir ışık huzmesi bahçeye indi. Rüzgâr güllerin arasında dans etti. Zaman eğildi…
Ve Serhat’ın gülümsemesiyle her şey tamamlandı.
O anı görenler, bir daha aynı kalmadı.
Bazıları gözyaşı döktü.
Bazıları aşık oldu.
Bazıları içindeki zamanı buldu.
Ama herkes bir şey hissetti.
Aslında Zaman aslında bir saat değil, kalbin hatırlamayı seçtiği bir duyguydu.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.