9132,8%1,12
34,54% 0,23
36,42% 0,22
2958,46% 0,81
4958,14% 0,59
HABER MERKEZİ-Güvenlik endişesi karavan yaşamını alternatif olarak öne çıkardı. Kendi güvenlik duvarlarımızı inşa etmek için karavana yöneldik.
HABER MERKEZİ-Güvenlik endişesi karavan yaşamını alternatif olarak öne çıkardı. Kendi güvenlik duvarlarımızı inşa etmek için karavana yöneldik. Önce pandemi ardından Kahramanmaraş depremleri karavanlara olan ilgiyi artırdı. Uzmanlar insanların güvenlik endişesi ile karavanlarda yaşamayı bir alternatif olarak gördüğünü söylüyor. Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Nihan Kalkandelen “Karavan, kök saldığınız yerden geçici süreliğine uzaklaşabilme, hayatın yorgunluğuna bir mola verebilme lüksüydü. Bugün yaşadığımız şartlarda ise karavan hayatının anlamı çok daha farklı. Bu kez şehrin kalabalıklığından uzaklaşıp kendi konfor alanımızı kurmak değil, güvenlik duvarlarımızı inşa edebilme kaygısı bizi bu mobil yaşantıya itmiş durumda. Eşyanın, dekorasyonun anlamını yitirdiği bir düzende sadece ihtiyacımız kadar eşya ile hayatta kalmak önceliğine sahibiz.” diyerek yaşanan davranış değişimini açıklıyor.
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Nihan Kalkandelen, depremin ardından temel ihtiyaçları karşılamada yaşanan imkânsızlıkların, insanları, bu problemlerle yüzleşmeyecekleri bir hayat kurgulamaya ve karavan hayatına yönlendirdiğini söylüyor.
Mücadele toplumsaldan bireysele dönüşüyor
Dr. Öğr. Üyesi Nihan Kalkandelen olağanüstü durumlar karşısında yeni normallere adapte olmaya çalıştığımızı ve hayatta kalabilmek için mücadele verdiğimizi belirterek, “Her mücadele toplu nitelikte olduğunda ve ortak bilinçle şekillendiğinde daha kalıcı etkiler bırakabilirken, burada mücadelemiz bireysele dönüşüyor. Kendini güvende hissetmeyen ve güvenliğinin korunacağına dair inancını yitiren insanın kendini koruma yolu olarak bakabiliriz bu duruma. Öte yandan herkesin kendi çözümünü üretebildiği bir yapıda toplumsallığın sürdürülmesi güçleşiyor.” dedi.
İnsanlar betonarme binaların içinde kaygıyla yaşamak istemiyor
İnsani barınma hakkının yanlış yapılanma nedeniyle gaspa uğradığına dikkat çeken Kalkandelen, “Yaşanan depremin büyüklüğü ve zihinlere kazınan acı sonuçları karşısında insanlar, kendilerine yaşam alanı kurma çabasında, bir başkasının elleriyle yapılmış betonarme binaların içinde kaygıyla yaşam sürmek yerine kendi güvenli ve dokunulmaz, yıkılmaz alanını yaratmaya tutunuyor. Bunun nedeni insani barınma hakkının yanlış yapılanma nedeniyle gaspa uğramış olması ve insanın çareyi kendi yöntemleriyle bulması. Ama bu kalıcı ve etkili bir çözüm olduğunu tartışmak gerekir. Bundan sonra deprem tehdidi altında olan herkesin karavanda yaşaması ve karavan şehirlerin mobil insanları olma fikri oldukça düşündürücü.” dedi.
Karavan hayatın yorgunluğuna bir mola verme lüksüydü
Karavan hayatının ayırt edici özelliklerinden bahseden Dr. Öğr. Üyesi Nihan Kalkandelen, “Karavan, kök saldığınız yerden geçici süreliğine uzaklaşabilme, hayatın yorgunluğuna bir mola verebilme lüksüydü. Keyfe keder konargöçer yaşamak, yaşam alanını beraberinde götürmek ve özgür hissetmek gibi bir gerçeğimiz vardı. Karavan hayatı kendi zevkimize göre vaktimizi planlayıp, doğayla buluşmak için bir aracıydı. Üstelik minimalist bir yaşam tarzı tatmin duygumuzu ya da konfor alanımızı zedelemiyordu. Bir şehirde kök salmış düzenli hayatımızı sürerken, karavan belki de kendi zamanını yönetebilme gücünü bize verdiği için cazipti.” sözleriyle devam etti.
İhtiyacımız kadar eşya ile hayatta kalmak önceliğine sahibiz
Bugün yaşadığımız şartların değiştiğini söyleyen Kalkandelen, “Karavan hayatının bu defa anlamı çok daha farklı. Bu kez şehrin kalabalıklığından uzaklaşıp kendi konfor alanımızı kurmak değil. Yıkılma riski olmayan güvenlik duvarlarımızı inşa edebilme kaygısı bizi bu mobil yaşantıya itmiş durumda. Eşyanın, dekorasyonun anlamını yitirdiği bir düzende sadece ihtiyacımız kadar eşya ile hayatta kalmak önceliğine sahibiz.” dedi.
Bireysel bir tercih değil, mecburi nitelikli bireysel bir hayat
Kalkandelen, depremin ardından yaşanan elektrik kesintileri, ısınma problemleri, temel ihtiyaçları karşılamada yaşanan imkânsızlıklar, insanları, karavan yuvalarında bu problemlerle yüzleşmeyecekleri bir hayatı kurgulamaya yönelttiğini söyleyerek “Deprem korkusunu bir nebze olsun dindiren bu durum insanları kendi köşesinde, kendini kurtarabileceği ya da kendi yaşamını garantileyebileceği bir alana itiyor. Bu durum da insanın doğayı ve çevresini rasyonel bakış açısıyla gözlemleyip değerlendirmesinin başka bir versiyonu. Doğa ve doğadan gelen afetler karşısında edilgen bir durumda kalmak yerine, sorgulayan ve bu doğrultuda deneyimler yaşamayı, girişimlerde bulunmayı tercih eden insanın etken tutumu çıkıyor karşımıza. Bu etken tutum tek başına keyfi, bireysel bir tercih değil, mecburi nitelikli bireysel hayatta kalma mücadelesi. Herkesin bu bireysel mücadelesi farklı bir toplumsal bilinç ortaya koyuyor aslında ama bu kez çıkış yolu birbirinden bağımsız, amacı ortak nitelikte. Depremle yaşama gerçeğimizi kabullenip planlı çözümleri toplum bilinciyle üretebilmiş olsaydık, böylesi plansız bireysel çözümlere ihtiyacımız olmayacaktı.” değerlendirmesini yaptı.
Birbirine bağlı ilişkilerle şekillenen toplum düzenimiz yerini mobil hayata bırakıyor
“Toplumsal yapıyı etkileyen bir dönüşüm süreciyle karşı karşıyayız ve bu dönüşüm en temel toplumsallaştırma aracısı olan aileden başlıyor. Kimi aileler evlerine hırsız girdiği için, kimileri ise kiralara gelen zamlar yüzünden karavan hayatını tercih ediyor.” diyen Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Nihan Kalkandelen sözlerini şöyle tamamladı: “Yerleşik hayata geçtiğimiz dönemlerdeki kalabalık geniş aileler, birbirine bağlı ilişkilerle şekillenen toplum düzenimiz yerini mobil hayata bırakıyor. Köklerimizi söküp birbirimizden ayrışmaya başlıyor gibiyiz. Fakat diğer taraftan bu durum toplumsal bir seferberlik halinin habercisi olarak değerlendirilebilir. Bağımsızlaşmaya, bireyselleşmeye başlasak da güçlü kalmayı öğreneceğimiz bu mücadele bize yeniden bir bütün olarak hareket etme kabiliyeti kazandıracak ve bu önce aileden başlayıp tüm topluma yayılan bir etki yaratacak belki de…”