9724,50%-0,42
35,19% 0,30
36,73% 0,92
2968,28% 1,32
4806,92% 0,71
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair basın toplantısı düzenledi.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair basın toplantısı düzenledi.
Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, basın toplantısında şunları söyledi:
“Dün Irak’ın Kuzeyinde, bölücü terör örgütüyle girdikleri çatışmada, dört kahraman Mehmetçiğimizi şehit verdik. Şehit düşen kahraman askerlerimiz; Gökhan Ağıl, Fatih Kalkan, Harun Yıldırım ve Savaş Borlu’ya, Allah’tan rahmet, şehitlerimizin ailelerine sabır, milletimize başsağlığı diliyoruz. İki Mehmetçiğimiz de yaralı. Onlara da acil şifa dileklerimizi iletiyoruz.
Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Bugün kurulumuzda; Saray yönetimindeki çürümeyi, milletimizi ezip geçen ekonomik buhranı, borçla ayakta tutulmaya çalışılan, sıfırı dahi tüketmiş, eksiye düşmüş Merkez Bankası döviz kasasını ve ülkeyi bu hale getirenlerin, toplumumuzu bölüp, parçalayarak, içeride ve dışarıda suni gerilimler yaratarak, sorumluluktan sıyrılma çabalarını ele aldık. Elbette iş başına geldiğimizde, tüm bu krizleri aşmak, tüyü bitmemiş yetimin, gasp edilen haklarını aramak için yapacaklarımızı da toplantımızda görüştük.”
Bugün 12 Eylül, demokrasi tarihimizde, kapkara bir sayfanın yıl dönümü diyen Öztrak, sözlerine şöyle devam etti:
“12 Eylül’e giden süreç ve millet iradesine postalla yapılan darbe, pek çok insanımızın canını yakmıştır. Ülkemizin kalkınmasının önünü kesmiş, birçok fırsatın yitirilmesine yol açmıştır. 12 Eylül darbesi, toplumsal hafızamızda ciddi travmalar yaratmış, bugün bile hala kapanmayan yaralara sebep olmuştur. Sağ-sol kavgalarıyla, insanlarımız bölünmüş, parçalanmış. Kardeş kavgaları ve ardından gelen darbeyle, siyaset yeniden tasarlanmaya çalışılmıştır. 12 Eylül darbesinde en ağır bedel ödeyen parti ise, kuşkusuz Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur. Atatürk’ün “İki büyük eserimden biri” dediği partimiz, darbeciler tarafından, kapatılmıştır. Arşivlerine el konulmuştur. Genel Başkanımız, Zincirbozan’da gözaltında alınmıştır. Kadroları hapislerde yatmıştır. Siyasetten yasaklanmıştır. İşte biz bu nedenle; demokrasinin, milli iradenin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hakkın, hukukun, adaletin, ülkemizin bekası, milletimizin refahı ve kalkınması için ne kadar önemli olduğunu özümsemiş bir partiyiz.
Ama bugün görüyoruz ki, darbeler sadece tankla, tüfekle, silahla yapılmıyor. Demokrasinin imkân ve araçlarını istismar ederek de darbeler yapılıyor. Yönetimler otoriterleşiyor. Demokrasinin imkân ve araçlarıyla inşa edilen, ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, demokrasimize darbe üstüne darbe vuruyor. Bugün ülkemizde yaşadıklarımızın, 12 Eylül’de yaşadıklarımızla, büyük benzerlikleri var. Hangi birini söyleyelim. 12 Eylül’de Kenan Evren ve arkadaşları ne yaptıysa, 20 Temmuz 2016’dan sonra aynını, Erdoğan Şahsım Yönetimi yapıyor. Bugün Erdoğan’ı kaç kişi eleştirebiliyor? Cumhurbaşkanlığı makamına oturan, bir siyasi parti liderini eleştirmek kanunen yasak, kanunla yasaklanmış. Ama diğer liderlere ağzına geleni söylem ek serbest. 12 Eylül’de de parlamento askıya alınmıştı. Yasalar Milli Güvenlik Konseyinde hazırlanıyor. Şimdi de parlamento filen askıda, yasalar da Sarayda hazırlanıyor. İktidar vekillerinin parmaklar inip, kalkıyor.
12 Eylül’de Anayasamız askıya alınmıştı. Bugün de Anayasamız fiilen askıya alınmış durumda. 12 Eylül’de temel hak ve özgürlüklerimiz, güvence altında değildi. Bugün de temel hak ve özgürlüklerimiz, güvence altında değil. Bugün ülkemizde Anayasamızın hükümleri uygulanmıyor. Sarayın hakimleri, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamıyor. Anayasal bir devletten, “Görünürde Anayasalı” bir devlete dönüştük. Ve bugün Türkiye’yi yönetenler, hukuk devletine vurdukları darbelerle ülkemizi, üyesi ve kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nden, atılma noktasına getirdiler.”
Öztrak, “John Locke’un meşhur bir sözü var. “Hukukun bittiği yerde, tiranlık başlar” diyor. Tiranlığın olduğu yerde, kimse canından, malından emin olamaz. Bugün Türkiye’de, hukukun üstünlüğü yerine, Sarayın hukuku konuşuyor. Binlerce insan bu ucube rejimin iradesiyle, hiçbir mahkeme kararı olmadan, bir gecede KHK’larla görevinden alındı. Saray mahkemelerin yerine geçti. Daha önce “Kumpas davalarının savcısıyım” diyen sarayın kibirlisi, bu defada hakimliğe soyundu. Yaşın yanında, kuruyu da yaktı. Savcıların “kovuşturmaya yer yoktur” kararları, mahkemelerin işe iade kararları yok sayıldı. Halen de sayılıyor. Genel Başkanımız, “Bizim iktidarımızda bunları düzelteceğiz” deyince, tüm bu hukuksuzluklara imza atan sarayın; kibirlisi, kıyameti kopardı. Genel Başkanımızı, mahkemelerin yerine geçmekle suçladı. Kişi kendinden bilir işi derler. Genel Başkanımızın taahhüdü, mahkemelerin yerine geçmek değil, tam da mahkeme kararlarına, hukuka uymak taahhüdüdür.
Türkiye bu ucube tek kişilik rejimin elinde, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde, 2018’den buyana 8 basamak birden geriledi. 117. sıraya düştü. Son dört yılda “İnsani Özgürlük” Endeksinde, 32 basamak birden düştük. 139. sıraya geriledik. Darbecilerin ortak özelliklerinden birisi de hiç kimseye sormadan, ulusal menfaatleri kolaylıkla feda edebilmeleridir. 12 Eylül’ün muktedirleri; “Yunanistan’ın, NATO’nun askeri kanadına dönüşü” gibi hayati kararları, hiç kimseye sormadan, tek başına almışlardı. Sonra da içerde atıp tutuyorlardı… Bugün ülkeyi yönetenler de emperyal güçlere şirin görünmek için, Ege’de statüsü tartışmalı, kayalık ve adacıkların, Yunanistan tarafından işgal ine, yıllarca sessiz kaldılar. Bizlerin ve aklı başında herkesin uyarılarını, yıllarca duymazlıktan geldiler. Kendilerini uyaran, tedbir alın diyen komutanları, içeri attılar. Burnumuzun dibindeki işgali, yıllarca izlediler. Ama şimdi, tam da seçimler yaklaşırken; bu ülkenin tarihine mal olmuş, “Bir gece ansızın gelebiliriz” parolasına sığınıyorlar. Sonra Amerika’dan uyarı gelince, Fransa Yunanistan’ın yanındayız deyince, AB Yunanistan’ın toprak bütünlüğü deyince, geri adım atıp, milletimizi rencide ediyorlar. Bazı sözler vardır. Söylenirken 40 defa düşünülmesi gerekir. Bu milletin Kıbrıs’ta kanla yazdığı, tarihe mal olmuş, “Bir gece ansızın gelebiliriz” parolası, öyle ağza gelindiği gibi söylenmez. İç siyasete, ucuz kabadayılıklara malzeme yapılmaz. Bunu bir defa söylersiniz sonra da gereğini mutlaka yaparsınız. Tıpkı Genel Başkanımız, rahmetli Bülent Ecevit’in yaptığı gibi. Ama bu ucube rejimde ne devlet ciddiyeti ne de devlet adamı hassasiyeti var. Kahve ağzıyla konuşuyorlar. Buradan şunu da ifade etmeden geçmeyelim. Miçotakis ile Erdoğan’ın ortak bir noktası var. Seçim yaklaşırken, her ikisinin de oyları hızla düşmekte. Haliyle, iki popülist savaş kartını oynamaya başladılar. Yani al birini, vur ötekine.”
Darbecilerin bir diğer ortak özelliği; bilimden, özgür düşünceden, üniversitelerden hiç hazzetmemeleridir diyen Öztrak, “12 Eylül darbecileri bilim yuvalarını, üniversitelerimizi ezdi, geçti. Pek çok değerli bilim insanımız, üniversitelerden koparıldı. Şimdi tam 42 yıl sonra bu ucube rejim, aynısını yapıyor. İşte Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar. Saray yönetimi, Türkiye’nin gözbebeği Boğaziçi üniversitesini, ezip, geçmek istiyor. Saray, bu önemli bilim yuvamızı, kendi vasatına indirmeye uğraşıyor. En son Nobel Fizik Ödülü’nün, aday belirleme sürecinde görev alan, bütün dünyanın saygı duyduğu, Nükleer Fizik Uzmanımız, Profesör Doktor Alpar Sevgen’in, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevlerine son verdiler. Neden? Bu değerli bilim insanı, akademik özgürlüğü, akademik ahlakı savunduğu için… Ama buradan milletimize söylüyoruz, kimse enseyi karartmasın. “Dünya dönüyor” diyen, Galileo’yu tüm dünya bilir, hatırlar. Ama Galileo’yu söyledikleri için yargılayan, mahkum eden Engizisyon Mahkemesinin üyelerini kimse hatırlamaz. Bugün bizde de darbeciler unutulur gider. Geriye kalan akıl ve bilim olur.
Darbecilerin bir diğer ortak özelliği, ekonomik yaşamı da, kendi meşreplerine göre yönetmeleridir. Bu ülkede Neo-liberal politikaların tam anlamıyla tesisi, 12 Eylül darbesiyle mümkün olmuştur. Devletin ekonomideki rolü, sendikaların pazarlık gücü, örgütlü toplum, 12 Eylül darbesiyle yıkılmıştır. Emeğin milli gelirden aldığı pay 12 Eylül darbesiyle düşmüştür. Bugün Türkiye’de ekonomik yaşam, işçi, memur ve çalışan aleyhine, yeniden dizayn ediliyor. Ülkemizde sendikalaşma oranı, 2000’lerin bile gerisine düştü. 2000’de sendikalaşma oranı yüzde 12,5’ti. Bugün yüzde 9,9. Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Teşkilatı içinde, en düşük sendikalaşma oranına sahip, 5 ülkeden biriyiz. Sendikaların durumu i se herkesin malumu… Bugün ülkemizde sarayın yandaşları, yanaşmaları abat, başta emekçilerimiz, milletin hali ise berbat.”
Öztrak, “İşte bugün Temmuz işsizlik oranları açıklandı. Gerçek işsiz sayısı Temmuz’da 781 bin kişi artarak, 8 milyon 415 bine çıkmış. Gerçek işsizlik oranı da 2 puan birden artarak, yüzde 22,5’e ulaşmış. Hayat pahalılığı ise almış başını gidiyor. Ücretler, maaşlar, aylıklar, Sarayın “faiz sebep enflasyon sonuç” diyerek azdırdığı enflasyona yetişemiyor. Enflasyonla şişirilen bütçeden, milletin ihtiyaçları için para bulunamıyor. Ama faiz lobilerine, bütçeden ilk 7 ayda, 151 milyar 347 milyon lira verilebiliyor. Çiftçimiz bütçeden hak ettiği desteği alamıyor. Ama kur korumalı mevduat sahiplerine, 60 milyar 597 milyon lira faiz, milletin bütçesinden çalınıp çatır çatır ödeniyor. Milletimiz yiyecek ekmek bulamıyor, ama diğer tarafta, dövizle verilen garantiler karşılığında, Kamu Özel İşbirliği müteahhitlerine, 13 milyar 625 milyon lira tıkır, tıkır ödeniyor. Zengini daha da zengin, milletimizi her gün biraz daha fakirleştiren bu tercihler, milli gelirin bölüşümüne de yansıyor. Milli gelirden ücretle çalışanların aldığı pay, artık bugüne kadar hiç görülmemiş seviyelere geriledi.
Sadece son iki yılda emeğin milli gelirden aldığı pay, 10 puan birden düştü, yüzde 21’lere indi. 12 Eylül darbesinde bile, bu hızda bir gerileme yaşanmamıştı. Bu yönetim anlayışının, ücretiyle geçinenlere çıkardığı çok ağır bir faturadır. Oturduk, hesapladık. Emekçilerimizin önceki üç yılın ortalamasına göre, milli gelirden aldıkları payın düşmesi nedeniyle, son 2,5 yıldaki kaybı; tam tamına 67 milyar dolar. Kişi başına baktığımız zamanda son 2,5 yıldaki kayıp emekçi başına 3 bin 273 dolar. Böyle bir emek sömürüsünü, böyle bir zulmü yapsa yapsa, ancak darbeciler yapar. Atalarımız boşa dememiş; “Arsız neden arlanır, çul da giyer, sallanır…”
Şimdi AK Partili bir Genel Başkan Yardımcısı çıkmış, “2002’deki asgari ücretle ne alınıyordu, şimdi ne alınıyor? Ekmek 1 lirayken alınamıyordu, ama bugün 5 lira, ekmek alınabiliyor” diye buyurmuş. Hep söylüyoruz, bunların milletle bağı koptu. Milletin halinin farkında değiller, milletin sesini duymuyorlar. Yaşadıkları fildişi kulelerde, her şeyi güllük gülistanlık zannediyorlar. Bir de biz anlatalım: 2002 Aralık ayında net asgari ücret, 184 lira 30 kuruştu. Aynı dönemde bir çeyrek altın 27 lira 40 kuruştu. Yani asgari ücretle 7 tane çeyrek altın alınıyordu. Bugün asgari ücret ne kadar? 5 bin 500 lira. Çeyrek altın ne kadar 1.674 lira. Şimdi ancak asgari ücretle 3 çeyrek altın alınabiliyor. Buradan bu AK Parti yöneticileri ne soruyoruz: Emekçinin cebine girmesi gereken 4 çeyrek altın, kimin cebine gitti? Çıksınlar, millete bunun hesabını versinler. Verebilirler mi? Veremezler. Çünkü artık millet içine çıkacak halleri de kalmadı.
Darbeler ve darbeciler memlekette ne huzur bırakır ne de bereket. Milletin neşesi kaçar. Gülmek bile haram olur. İşte dünya mutluluk endeksindeki yerimize bir bakalım… Son dörtyılda 38 basamak birden düşmüşüz, 146 ülke arasında 112. sıraya gerilemişiz. Artık bugün memleketimizin her yerinde festivaller, konserler iptal edilip duruyor. Milletin gülüp, eğlenmesine, günlük sıkıntılardan biran olsun uzaklaşmasına bu yönetim tahammül edemiyor.”
9 Eylül 1922’nin 100. yıl dönümünden, ayrışma, kutuplaşma çıkarmaya kalkanların bir başka niyetini, biz çok iyi anlıyoruz. Kurgular, yalanlar, masallar konuşulsun ama arşa çıkan hayat pahalılığı ve yolsuzluklar konuşulmasın istiyorlar. Bunların hepsi darbeci taktikleridir. Cumhuriyet Halk Partisi, dün de darbelerin karşısındaydı. Bugün de karşısındadır diyen Öztrak, sözlerine şunları diyerek devam etti:
“9 Eylül’de, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşu, Kordon’da büyük bir coşkuyla kutlandı. Tarkan muhteşem bir konser verdi. Ancak böyle anlamlı bir günde, milletimizin büyük bir coşkuyla kutlama yapması birilerini rahatsız etti. “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen emperyalist sevicilerden, tarih belleyenlerin, “İzmir'in kurtuluşu 9 Eylül. Kim demiş? Ne münasebet. Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler. Çekildiler. Kurşun sıkmadık ki” diyen densizlerin, karın ağrılarının sebebini, biz gayet iyi anlıyoruz. Hadi bu Cumhuriyete saygınız yok, bu topraklar için toprağa düşmüş, binlerce şehidimizin aziz hatıralarına damı hiç saygınız yok. Kurtuluş savaşında bu millet ateşi de ihaneti de görmüştür. Bunları söylemek, anlatmak, ne zamandan beri Osmanlı ve Cumhuriyeti kapıştırmak oldu? Bu ülkede kimse Cumhuriyeti, Osmanlı ile kapıştırmaz, çarpıştırmaz. Biz ecdadımızı senden benden diye bölüp parçalamayız. Anadolu’nun kapılarını açan Alparslan’da bizim, Anadolu ve Trakya’yı emperyalist çizmelerinden kurtaran, Mustafa Kemal de bizim.
Ama bu millet; Çanakkale’yi tek bir imzayla emperyalistlere açan, İstanbul’u düşmana tek kurşun atmadan teslim eden, Kuvayı Milliye ve Mustafa Kemal için, idam fetvası yazanları, onaylayanları, ardından da İngiliz zırhlılarına binip, gerisin geri kaçanları ecdadı olarak kabul etmez. Asil milletimizin de bizim de derdimiz ülkeyi kötü yönetenlerledir, liyakatsizlerledir, dışarıdan emir alanlarladır.
Cumhuriyet Halk Partisi; postalla yapılan askeri darbelere de karşıdır, mokasenle yapılan sivil darbelere de karşıdır. Bizim safımız bellidir. Bizim safımız demokrasiden yanadır. Bizim safımız hak, hukuk ve adaletten yanadır. Bizim Genel Başkanımız; herkes sinip, korkarken, “Hak, hukuk, adalet” diyerek, Ankara’dan İstanbul’a kadar bunun için yürümüştür. Attığı her adımla, bu ülkede korku duvarlarını yıkmıştır. Şimdi gün, bu kutlu mücadeleyi daha da güçlendirme günüdür. Bu topraklarda, ayrışarak değil, bir araya gelerek, kavga ederek değil, helalleşerek, tek yürek olup, kardeşliğimizi güçlendirerek, bu ülkeye gerçek demokrasiyi getireceğiz. Sayın Genel Başkanımız da Millet Masasının etrafındaki diğer partilerimiz de işte bunun mücadelesini veriyorlar. Biz bu vesileyle bir kez daha amasız, fakatsız, tüm darbeleri lanetliyoruz.
Eğer bu ucube saray rejiminin temel direği, yaşayan bir yalansa, bu ucube rejimi korkutan şeyin, gerçekler olması hiç şaşırtıcı değildir. Kayınpeder ve damat; bu milletin 128 milyardolarını, yok yere heba etti. Bunları söylediğimizde, size etmedik hakarette bırakmadılar. Dava açtılar. Ama gerçeklerin er ya da geç, ortaya çıkmak gibi, güzel bir huyu var. İşte Balkan gezisi dönüşü, Erdoğan Uçan sarayında, gazeteci görünümlü, maiyet memurlarına demeç veriyor. Merkez Bankası kasasının, borçla ayakta tutulduğunu itiraf ediyor. Borç alınan bu dövizlerin de ithalat için kullanıldığını söylüyor. İşte tüm bu sözler, sebebi oldukları ekonomik iflasın ilanıdır. Mızrağın artık çuvalı da delip geçmesidir. Daha düne kadar, “IMF borç iste di, verin dedim. Çünkü bugün borç alan, yarın emir alır” deyip, caka satıyordu. IMF’ye bir türlü vermediği borcun havasını atıyordu. Ama bugün Merkez Bankası kasasını, elin himmetine muhtaç hale getirdiğini uçakta itiraf ediyor. Ne diyordu Erdoğan? “Borç alan emir alır.” O halde biz de şimdi soruyoruz: Borç veren dostlarınızdan, hangi emirleri alıyorsunuz? Borç almak için, ülkemizin hangi ali menfaatlerinden vazgeçiyorsunuz?”
Milletimiz, bundan tam 100 yıl önce, emperyalizme karşı verdiği, büyük bir milli mücadeleyle, dünyanın tüm mazlum milletlerine örnek olmuştu. Bundan tam 100 yıl sonra, milletimiz bir kez daha, bu sefer seçim sandığında, bir otoriter rejimi devirmeye, tüm demokratik dünyaya bir kere daha, örnek olmaya hazırlanmaktadır diyen Öztrak, sözlerine şunları diyerek devam etti:
“İşte Akkuyu Nükleer Santrali… Sesleri, solukları çıkmaz oldu. Erdoğan 9 Ağustos’ta helikopterine atladı. Mersin’e nükleer santral şantiyesine gitti. Şantiyeden kovulan Türk inşaat şirketinin, işe geri dönmesi için, “Ruslara bir hafta mühlet verdiği” yazılıp, çizildi. Bir ay geçti. Ne oldu? İnşattan kovulan Türk şirketi, inşaat alanına döndü mü? Hayır, dönmedi. Ama Rus şirketinin Akkuyu inşaatı için, Türkiye’ye 10 milyar dolar gönderdiği söylendi. Erdoğan’ın da sesi soluğu birden kesildi. Neden? Bir daha söyleyelim “Borç alan emir alır.” “Borçlunun yalımı alçak olur.” Bugün Merkez Bankası Kasası, başka ülkelerden alınan borçlar da düşüldüğünde, 52 milyar 307 milyon dolar açık veriyor. Geçtik net rezervleri 52 milyar eksiyi… Alınan borçlar ve altın dahil brüt rezervleri hesapladığımızda, 4 aylık ithalatı bile karşılamıyor. Tüm dünya da bunları görüyor, biliyor. Ekonomide artan dış kırılganlıklar, yetersiz döviz rezervlerimiz, ülkemizin zayıf karnı oluyor.
İşte bugün temmuz ayı ödemeler dengesi rakamları açıklandı. Piyasa Temmuz’da 3,4 milyar dolar cari açık beklerken, gerçekleşme 4 milyar dolar oldu. Yılın ilk 7 ayında gerçekleşen cari açık, geçen seneye göre yüzde 168 artarak, 36 milyar 700 milyon dolara çıktı. Bu arada ilk 7 aydaki cari açığın büyük bir kısmının da normal yollarla finanse edilmediğini görüyoruz. “Kaynağı belirsiz para giriş çıkışının” izlendiği, net hata noksan kaleminden, ilk 7 ayda ülkeye 24 milyar 347 milyon dolar girmiş. Biz bu büyüklükte bir kaynağı belirsiz para girişini, daha önce hiç yaşamamıştık. Bu kadar para girişine rağmen ilk 7 ayda döviz rezervleri 7 milyar 925 milyon dolar erimiş. Bugün ne yazık ki ekonomiden bihaber, liyakatsiz kadrolar elinde, ekonomik dengelerimiz çatırdıyor. Ama Nebati Bakan çıkıyor, “Dualarınızla enflasyon sorununu da biz çözeriz” diyor. Bunların elinde ekonomimizin işi anlaşılan dualara kaldı. Ekonomiyi dualara havale edecekseniz, siz o koltuklarda neden oturuyorsunuz?
Bugün okullar açıldı. Öğrencilerimize, ailelerimize, öğretmenlerimize, başarılı bir eğitim-öğretim yılı diliyoruz. Ama eğitim, öğretim masrafları, bu sene korkunç arttı. Özel okullara yapılan fahiş zamları, bir kenara bırakıyorum. Kırtasiye masrafları bile cüzdanları yakıp, kavuruyor. Ucuzcu marketlerde bile son bir yılda; silgi yüzde 127, pastel boya fiyatı yüzde 138, okul çantası fiyatı yüzde 159, 120 yapraklı defter fiyatı yüzde 299 artmış. Bu zamlar karşısında bizim velilerimiz ne yapacak? Aileler nasıl ayakta duracak? Çocuklarının yüzüne nasıl bakacaklar?
Ama bu arada Türkiye, Türk’e pahalı. Bulgar’a ise ucuz. Ülkemiz Bulgaristan’daki veliler için ucuzcu markete dönmüş. Paramız Bulgar levası karşısında pul olunca, Bulgar veliler Türkiye’ye akmaya başlamış. Onlar arabalarını tıka basa doldururken, bizim velilerimizin elleri böğründe. Bu millete bunu yapmak hak mıdır, reva mıdır? Çare bellidir. Türkiye’nin artık devlet yönetiminde liyakatli kadrolara, topyekün bir temizlenme ve arınmaya, bu kirlenmiş, yozlaşmış saray rejiminden kurtulmaya, derhal ihtiyacı vardır.”
Öztrak, sözlerini şunları diyerek tamamladı:
“Milletimize sesleniyoruz: Müsterih olun. Aydınlık günlere kavuşmaya artık çok az kaldı. Artık bu topraklarda; toplumsal kutuplaşma son bulacak. Toplumsal barış hâkim olacak. Öfke ve nefret dili kaybedecek. Nezaket ve karşılıklı saygı kazanacak. Ahlaki yozlaşmanın, manevi tahribatın önüne set çekilecek, dur denilecek. Rüşvet, torpil, iltimas son bulacak. Yerine adalet, dürüstlük ve liyakat gelecek. Ülkemiz dünyada hak ettiği gücü ve konumu kazanacak. Ekonomimiz 5 yılda, ilk 15 ekonomi arasına girecek. Fert başına gelirimiz 20 bin doları bulacak. Türkiye içine düşürüldüğü vasatlık tuzağından kurtulacak.
Biz kazanacağız. Gençlerimiz kazanacak. Biz kazanacağız. Esnafımız kazanacak. Biz kazanacağız. Çiftçimiz kazanacak. Biz kazanacağız. İşçimiz, işverenimiz kazanacak. Biz kazanacağız. Türkiye kazanacak. Biz kazanacağız, 85 milyon kazanacak. Milletin Masasında belirlenecek Cumhurbaşkanı adayımız, milletimizin iradesiyle, Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı olacak. Ve bu güzel ülke, artık huzur bulacak.”
Hibya Haber Ajansı